top of page

BaykuşKafası

Baykuş'un pespektifinden...

Arabesk ve Fazıl Say

 Fazıl Say'ın "Halkımızın arabesk yavşaklığından utanıyorum" ifadesi medyada çok yer buldu. Zaten medyanın da istediği buydu. Fazıl Say, hiç gündeme gelmemişti o güne kadar. Ne var ki dünya çapında tanınan, sevilen bir besteci yorumcunun, kendi ülkesinde bu kadar değersiz görülmesi hiç anlaşılabilir bir durum değildir.
    Türkiye'de müzik ile yakından ilgilenen, müzik yapan, müzik üzerine akademik çalışmalar yapan herkesin saygı duyduğu bir babanın Ahmet Say'ın oğlu olma avantajını 5 yaşında piyanoyla tanışmakla yaşadı.
    Çok çalıştı, bugün olduğu yere ulaşmak için çok yol katetti, birsürü engelle karşılaştı onları bir bir aşmak zorunda kaldı ama yılmadı.
    Fazıl, sadece bir müzisyen değil aynı zamanda bu ülkenin bir vatandaşıydı. Belki istese onu kabul edecek birsürü ülke bulabilirdi kim bilir hangi sebeplerden dolayı gitmedi. Bu ülkenin bir vatandaşı olarak, bir sanatçı olarak, ülkenin gidişatına dair endişeleri de vardı. Bunu dile getirmek de en doğal hakkıydı.
    

Ülkemizin durumu "burada düşünme özgürlüğü var ama düşündüklerini söylerken dikkat edeceksin kardeşim" ile özetlenebilir belki de. O vakit biz sadece düşünüp duralım kendi kendimize. Birbirimizin yüzüne baka baka düşünelim. Ne anlamı var?
    Peki Fazıl Say neden bu kadar sert bir çıkış yaptı bunun altını deşmemiz gerekirse ilk önce arabeske bakmamız lazım.
    60'lar 70'ler sadece Türkiye için değil bütün dünyada hızlı, muhalif yıllardı. Kitlesel hareketler o günlerin iktidarlarını zora sokuyordu. Her ülkenin kendi öznelliğinden kaynaklı, muhalif hareketlerin de beslendiği kanallar, kitleselleştiği alanlar farklıydı.
    Bizim coğrafyamızda düzen dışı muhalefetin kendini var ettiği alanlardan birisi müzikti. Aşık Veysel'ler, Karacaoğlan'lar, Pir Sultan'lar, Şeyh Bedrettin'ler ve birçok tarihsel karakter bu toprakların çocuklarıydılar, bu toprakların kültürüne gerek edebi, gerek müzikal birçok miras bıraktılar.
    Mahsuni Şerif'i dinleyen solcu oluyordu, işçi haklarından, sendikal sorunlardan, yaşama hakkından bahseder hale geliyordu. Sistem bu durumun farkındaydı. Önüne geçmek için sanatçıları hapishanelere doldurdular, işkence tezgahlarından geçirdiler. Örneğimizdeki Mahsuni Şerif de işkence sırasında vücut dengesinin bozulmasının yıllar sonra hastalığa dönüşmesi sonucu aramızdan ayrıldı.
    Düzen bu muhalif bulutları dağıtmak adına 12 eylül sonrası çok iyi bir argüman bulmuştu. Yarı arap müziği ama bir o kadar da anadolulu bir müzik sürekli topluma pompalandı 80'li yıllarda.
    Arabesk, sözlerinde genellikle aşk acısı başta olmak üzere kişisel sorunları umutsuzluk, üzüntü, bunalım gibi temalarla ele alıyordu. İnsanlar sorunlarını meydanlarda dile getirmekten korkutulmuştu ve bu açığı arabesk çok güzel kapatıyordu.
    Gel zaman git zaman toplum arabesk algıyı iyice kafasında oturttu yıl 2000 lere geldiğinde yeni bir siyasi aktör olan AKP ortaya çıktı, sisteme ve kendine muhalif kalmışherkesi Ergenekon, Balyoz, gibi davalardan ötürü cezaevlerinde topluyordu.
    "Çürüyen bir toplumda sanat eğer dürüst ise, çürümeyi yansıtmalıdır. Eğer sosyal işlevi sayesinde inancı kırmak istiyorsa sanat dünyanın değiştirilebilir olduğunu göstermek zorundadır ve değişime yardım etmelidir."

-Ernst Fischer-

    Fazıl Say dürüst bir sanatçıydı ve toplumda gördüğü çarpıklıkları dile getirme ihtiyacı görüyordu kendinde. Toplumu gittikçe yozlaştıran, umudunu elinden alan bir müziğe sivri diliyle tam da taşı gediğine koydu diyebileceğimiz bir şekilde lafını söyledi.

    Değerli müzisyenimizin endişesi, gittikçe faşistleşen, tek adam diktatörlüğüne evrilen bir yönetimde insanlarımızın evinde oturup "kadın" programları izlemesiydi. Akademisyenlerin, yazarların, aydınların, hukukçuların, öğrencilerin bir bir içeriye alındığı bir ülkede kimsenin sesini çıkarmaması, insanların sinmesi, korkması, geri çekilmesinin altında yatan da toplumdaki "arabesk" algıdır.

    AKP ile değil AKP'nin yarattığı zihniyetle mücadele etmeli. 2 temmuz 93'te insanları aydınları, sanatçıları cayır cayır yakan zihniyet, bugün iktidarda ve yarım kalan işini tamamlamanın derdine düştü.

    Birçok politik manevralarıyla nasıl aymaz bir iktidar olduğunu ne kadar ifade etsek az.

    Bir de dillerine doladılar Fazıl Say'ı yerden yere vurmak istediler. Ne kadar seviyesiz insan varsa bir araya topladılar Fazıl Say'ı tartıştılar.

    Arabeskçiler çıktı televizyona "o bu halkın kültürüne mirasına saygı duymuyor, o bu halkın çocuğu değil, gitsin kendisini batı ülkelerinde ifade etsin" gibi yaklaşımlarla değerli besteciyi yıpratmaya çalıştılar.

Fazıl Say bu toprakların çocuğu ve öyle kalacak. Sen (arabeski halkınmış gibi gösterenler için) bu toplum için birşey yapmadın. Bu topraklar için hiçbirşey yapmadın. İnsanların duygularını sömürdün yıllarca ve bunun üzerinden prim yaptın, para kazandın.
    Oysa ki o diline doladığın sanatçı, dünyanın birçok ülkesinde Aşık Veysel'in kara toprak melodisinin yankılanmasına, o insanların bu ülkeyi anlamlandırması gibi mühim bir işi başardı.

 İstanbul'u şimdiye kadar hiçbirinizin beceremediği belki de hiç dinlemediğiniz bir biçimde bir senfoniyle anlattı.

 Bir İtalyan, Arjantinli, Japon, Rus, Libyalı, Katalan, bütün dünya, benim ülkemi hayat kadınlarıyla yatıp kalkan Nihat Doğan ile, bir ayağı karanlık olan İbrahim Tatlıses ile, konserlerinde kan akan Müslüm Gürses ile tanıyacaksa tanımamalı. Benim topraklarım yüzyıllar boyunca onurlu kalmış, padişahlara, kadılara boyun eğmemiştir. Bu halk gereken cevabı gereken yerde çok da güzel verecektir.

-Bu yazı Fazıl Say'ın da anlaşılabildiği daha uygar bir ülkeye adanmıştır!-

© 2015 by duydunmu.co

bottom of page